02 June 2012

Mini Alışverişkolik Atina'da

Ece 14 Mayıs'ta 8 aylık olduk 15 Mayıs'ta kendisi ile ilk defa uçağa bindik ve yurt dışına çıktık. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığını bir defa anladık bu bir hafta içinde. Bebek ile yurt dışına seyahatte  neler mi başınıza gelebilir. Bilmem. Cevaplamak çok zor ama bizim seyahatimiz nasıl geçti anlatabilirim.

Hazırlık

Pasaport : Emniyet Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapmak gerekiyor bebek için pasaport çıkarılacak ise. Eskiden bebekler annelerinin pasaportuna iliştirilirlermiş. Şimdi uygulama değişmiş. Ben de Ece'yi alıp gittim Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü'ne. Kapıdan girerken oldukça sıcak bir şekilde karşılandık. Memurlar bize yardımcı oldu ve güzelce geçtik güvenlik kontrolünden. Güvenlik binasının çıkışında birkaç basamak var ve rampa yok. Biraz zorlandık ama hallettik. Sonra ana binaya girmeye kalktığınızda yine basamak var ve rampa yok. Epeyce zorlandık bu sefer. Ece'nin bebek arabası 9 kilo, kendisi de 7 kilo. Dolayısı ile kaldırmak biraz zor oldu. Geldik döner kapıya. Araba ile çok zor sığdık. Sırtımdaki sırt çantası cama dayanıp beni Ece'nin üzerine itti. Bu Ece'yi eğlendirse de beni gerdi tabi ki.

Önce fotoğraf çekimi için soldaki yukarı çıkan merdivenlerin başına geldik. Fotoğraf çekimi ara katta yapılıyor ve dolayısı ile merdiven dışında bir seçeneğiniz yok. Ben de Ece'nin arabasını merdivenin başında bırakıp Ece'yi kucaklıyorum. Fotoğraf çekilen kulübecik, böyle betimleyesim geldi o 1 metrekarelik kutuyu, biraz bunaltıcı. Ece ile birlikte içeri girdik, ben Ece'yi belinden tutup, kadrajdan dışarı çıkabilmek için yere eğilirken flaş patladı. Sonuç mu? İşte Ece'nin ilk vesikalığı:
İki adet pasaport için büyük, 3 adet de vize için uygun olan fotoğrafa 5,00TL ödeyip arabamızın yanına vardık. Ece'yi mecburen tekrar arabasına yerleştirip girişe yakın numaratöre ulaştık. Numaratörden sıra numarası alıp kafamızı kaldırdık ki 2 kişi sonra sıra bizim. Dolayısı ile Emniyet'in internet sitesi üzerinden randevu almaya çok da gerek yokmuş diye düşündük.

Sıra numaramızın yandığı bankoya ulaşıp: "Bebek için pasaport çıkartmak istiyorum." diyorum. Beyefendi kafasını kaldırıp, paranızı yatırın ve öyle geri gelin diyor. Peki diyerek tahsilat bankosuna gidip 2 yıl geçerli  pasaport için başvurumuzu yapıyorum. Belli mi olur, belki yine bir fırsat çıkar ve gideriz bir yerlere diyerek kısa süreli bir başvuru yapmıyorum. Geri dönüp işlemlerimizi tamamlayacağını umduğum beyefendinin önünde dikiliyorum. Buyurun diyerek veriyorum fotoğraf, kimlik ve tahsilat makbuzlarını. Görevli memur kafasını kaldırıp: "Babası nerede bebeğin" diyerek beni sorguluyor. "Baba şart mı?" diyorum şaşkınlıkla. Cevap çok net ve anlamlı: "Öteki yarısı". "Ya vekalet verecek, ya da kendisi de burada bulunacak. Sıra numarası almanıza gerek yok, baba da gelsin, bana geri gelin" diyerek başını işine gömüyor. Göz yaşlarım çok kolay terk eder beni. Öyle bir an oluyor. Öğlenden sonra baba ile birlikte gelip başvurusunu yapıyoruz Ece'nin. Pasaportumuz 3 gün sonra eve geliyor.

Vize: Vize başvurusu için gereken evrakları öğrenmek üzere Yunanistan elçiliğini arıyorum. Benim geçerli bir vizem var, Mete ise gri pasaportu ile çıkacak yurt dışına. Dolayısı ile sadece Ece için vize gerekli. Bu durumu da anlatıyorum telefona çıkan beyefendiye. Seyahat sigortası, pasaportun ilk sayfalarının fotokopisi, benim vizemin fotokopisi ve rezervasyonların yeterli olacağını öğreniyor ve seviniyorum. Üstelik vize ücreti de yok. Seyahat sigortamızı kalacağımız gün kadar ve 30.000TL teminatlı yaptırıyoruz. İki gün sonra vize başvurumuzu yapıyoruz. Evrakları teslim ederken kibarca diyorum ki: Benim 3 sene geçerli bir vizem var, acaba Ece'nin ki de o şekilde olabilir mi diyorum. Cevap vermeyen görevli elime teslimat için gereken fişi verip arkasını dönüyor.

Cuma günü başvurusunu yaptığımız vizeyi Salı günü teslim alıyoruz. 15 gün süreli tek girişli vize uygun görmüşler Ece'ye. Hiçbir anlam veremiyorum buna ama denilebilecek birşey yok.

Bavul:  Ece için bir kabin bavulu hazırladım.
6 gün sürecek seyahatimiz için önce hava durumu kontrolü yaptım ve Yunanistan'a bahar gelmiş galiba diyerek henüz Ankara'da henüz hiç giydirmediğim kıyafetlerinden oluşan bir kreasyon hazırladım. Ek gıdalara başlamış olan bebeğimiz için kavanoz mamalarımız ve muıhallebi karışımımız ile kahvaltı karışımımız yanımızda. Her gün için 4 adet bez koydum. Gidince yakındaki bir marketten de bebek yoğurdu alacağım. Ateş düşürücü şurubumuz, diş çıkartmaya başladığı için kendisini rahatlatacak jelimiz, antibiyotiğimiz ve fitilimiz var yanımızda. Aslında doktorumuz bunlardan sadece ateş düşürücü şurubu yanımıza almamızı tavsiye etmişti ama biz biraz evhamlı davrandık galiba. 6 gün için 6 ayrı kıyafet koydum. 3 penye tulum ve body de gece için. 2 beyaz hırka, 1 lacivert bolero ve 1 de krem bolero. Bir de kot pantolon ki, bunu giydirmeyeceğimden eminim. 3 ayakkabı, 5 kısa çorap, 2 külotlu çorap ve 2 şapka ile 1 bandana da var yanımızda. Ece istedi canım bütün bunları. Ne diyeyim. Hayır mı? 

Seyahat

Havaalanı:  Uçuşumuzdan yaklaşık 1,5 saat önce havaalanındayız. 12 kişilik bir grupla seyahat ediyoruz. Aracımızı havaalanı otoparkına park etmeyi tercih ettik. Abone merkezine uğrayıp işlemlerimizi tamamladık. 

Yol için penye tulum tercih etti Ece. Tedbiren bir de hırka aldı yanına. Uçakta havasızlıktan neredeyse tulumunu da çıkaracaktı ama tedbirli olmak iyidir di'mi? Nasıl olsa kendisi taşımıyor.
  
Check-in bankosuna yanaşıp bavullarımızı teslim ederken bebek arabası için de büyükçe bir boy şeffaf torba aldık bankodan. Üzerinde bebek arabası için olduğunu belirten işaret ve yazılar olan, bağcıklı bir torba bu. Biz tedbiren battal boy çöp torbası getirmiştik yanımızda ama THY bizim oluştaracağımız bu görüntü kirliliğinin önüne geçmiş oldu.

Check-in işlemlerimizin ardından uçağı bekleyeceğimiz salona ulaşmak için tekrar güvenlikten geçmemiz gerekiyordu. Ece'yi arabasından çıkartmamızı isteyen polis memuruna gülümseyip Ece'yi kucağıma aldım. Oysa bayan memur kollarını açmış Ece'yi bekliyordu. Verdim tabi. Arabamızı katlayıp x-ray bantına koyduk ve Mete ile biz de kontrolden geçip bayan memurun kucağında gülücükler atarken ayaklarını sallayan kızımıza ulaştık. Yanımızda Ece için bir sırt çantası var. Ece doğduğundan beri bedenime yapışmış olan bu çantanın içinde 1 tulum, 1 body, 1 hırka, oyuncaklar;  bir meyve ve bir de sebze karışımı kavanoz mamalar ile su var. Bu arada kangurumuz da bebek arabasının alt sepetinde.

Yolculuk öncesi bebek ile seyahat hakkında birşeyler anlatan birkaç site bulup okumuştum. Orada uçağa en son binmeniz gerektiği yazıyordu. Eşinizi çantalarla önden yollayıp, bebek ile süzüle süzüle koltuğunuza yerleşmeniz öneriliyordu. Ben de öyle yaptım. Mete ile bekledik. Uçağın kapısına yanaştık, arabamızı verilen poşete koyduk ve bekleyen görevliye teslim ettik. Kendimizce de uçağa en son bindik. Fakat hiç de süzülemedik ki yerimize doğru. Herkes ayakta ve çantaları başüstü dolaplarına yerleştiriyor. Kaldık mı Ece ile hosteslerin yanında. Ece tüm sevimliliğini yaptı tabi bu arada. Ne nerede olduğumuzu sorguladı, ne de yadırgadı.

Bebek ile seyahat eden yolcu ancak cam kenarında oturabiliyor. Online check-in işlemi yaparken fark ettim bunu. Sebebini hala bilmiyorum. Bu durum beni Mete ile cam kenarı savaşımızda epeyce avantajlı kılacak bir süre.

Kalkışa yakın emzirme pozisyonu alıyorum. Hostesler için yerlerinize geçin anonsu ile Ece'yi yatış pozisyonunda hazır bekletiyorum fakat kalkış olmuyor. Öylece bekliyoruz. Amacım, önceden öğrendiğim gibi, Ece'nin kulaklarında oluşabilecek basıncı azaltmak amacı ile yutkunmasını sağlamak için kalkışta ve inişte emzirmek. Ece bu hazır bekleyişten sıkılınca tepki veriyor ve ben de dayanamayıp başlatıyorum beslenmeyi. Ne mi oluyor. Rötar oluyor. Bekleyip duruyoruz kalkışı. Ece'nin sabrı taşıyor ve yatar pozisyonunun gereğini yapıp başlıyor sütünü içmeye. Kalkamadan bitiyor süt. Ee 8.aydayız tabi. Hem Ece daha hızlı içebiliyor, hem de rezerv biraz azaldı.

Kalkıştan bir şey anlamıyor Ece. Basınç falan hak getire bizim kıza. Yani sorunsuz bir yolculuk başlıyor. Yanımızda arkadaşlarımızdan biri oturuyor ve ona kese kağıdından kukla yaparak bir süre Ece'yi oyalıyor. Önümüzde de arkadaşlarımız var. Onların da saçları çekilmeye, kafaları vurulmaya uygun oluyor.İlk uçuşu atlatıyoruz.
 
Uçuşumuz İstanbul aktarmalı olarak Atina'ya. İstanbul'a indiğimizde havada yaşanan rötar yüzünden dış hatlara uçarak gitmemiz bekleniyor. Uçağın kapısında bebek arabamızı bekliyoruz. Uçakta VIP etiketi yapıştırılmış bir köpek var. Tüm yer hizmetleri bu kıymetli köpek ile meşgul olduğu için arabamızı yukarı çıkartacak kimse kalmıyor. Mete'nin öfkeli ses tonu nihayet kabin amiri beyefendiyi harekete geçiriyor ve uçağın diğer kapısından aşağı kükreyen amirin tepkisi ile arabamız geliyor. 

Yaş 36 olunca ve hayatınızda hiç spor yapmamış olunca size koş denirse ne yapacağınızı bilemez oluyorsunuz. Yani ben öyle oldum. Dış hatlara giden yolu çok iyi biliyorum. Çok seyahat etmişliğim var ama bu tecrübe Ece ile işe yaramıyor. Asansör beklemeye vaktimiz olmadığı için ben arabanın ana kucağı kısmını ayırıp elime alarak yürüyen merdiven ile yukarı çıkıyorum. Zavallı Mete de tekerleklerle geliyor arkamdan.

Yukarı çıkar çıkmaz çabucak birleştiriyoruz arabamızı ve tekrar hızla yürüyoruz. Koşuyoruz demem biraz ayıp olur, koşamıyoruz. Yürüyen bantı da kullanamıyoruz bebek arabası ile. Kabiliyetsizlikten değil, bantın girişine diktikleri direk yüzünden. Bavul taşıma araçları girmesin diye koydukları direk, görev bilinci ile  Ece'nin arabasına da müsade etmiyor.Yürüyen banta paralel koşuyoruz. Ya da hızlı hızlı yürüyoruz işte.

Tekrar güvenlikten geçmek için, Ece'yi kollarını açmış polis memuruna teslim edip arabamızı x-ray cihazından geçirmek üzere katlıyoruz. Kendimizi de kontrol ettirdikten sonra polislerle muhabbeti artırmış kızımızı tekrar açtığımız arabasına yerleştiriyoruz. 100 metre sonra bu işlemi tekrar yapıyoruz çünkü uçağımızın yanaştığı kapı, güvenliğin tam karşısındaymış meğer. 

Uçağa bindiğimizde kalbimin yerinden çıkacağına dair şüphelerim var. Neyse ki annesinin işbirlikçi kızı hiç sesini çıkartmadan olayın akışına kendini kaptırmış gidiyor. Kalkışta yine emzirme operasyonu için hazırlanmam gerekiyor ama Ece'nin yemek yeme düzeninde buna yer yok. O kendi istemeden asla durup durup yemek yemiyor. E daha 3 saat gerek Ece'nin yemesi için. Su bardağı elimizde kalkışı bekliyoruz. Bu operasyon da çok başarılı olmuyor ama Ece'nin basınç ile yine sorunu olmuyor.

Güzel bir hafta geçiriyoruz Atina'da . XIII.Akdeniz Kupası için dart Türk milli takımı ile birlikteyiz. Biraz geziyor, biraz maçları seyrediyoruz. Şehri gezmek için kaldığımız otelden tramvay ile şehir merkezine ulaşıyoruz. İlk defa toplu taşıma aracına biniyoruz Ece ile ve hiç sorun olmuyor. Şehir merkezi de bebek arabası ile gezmeye gayet uygun. Trafiğe kapalı alanlarda ise çok mutlu oluyoruz.
Aman diyoruz Partenon Tapınağı'nı görmeden dönmemeli. Ece de istiyor kesin. Tapınağın girişinde bizi gören görevli bayan ana kapıya doğru yürüyüp bebek arabamızı emanete bırakmamız gerektiğini söylüyor. Biz ne düşündüysek acaba. Öyle yapıyoruz. Ücretsiz emanet bırakma ofisine yanaşıp, içeriye park ediyoruz arabamızı. 
Ece'yi, babasına bağladığım kanguruya terfi ettiriyoruz. Kangurunuz yok ise burada size onu da ücretsiz veriyorlar. Herşey sizin adınıza önceden düşünülmüş.
 
 
Bir Partenon Tapınağı'na karşı yemek yememişti Ece. Onu da kırmıyor ve orada da doyuruyoruz kendisini.
Şapkasını inatla çıkarttığı için kızımız, bu güneşin altında daha fazla durmamamız gerekir diyerek dönüş yoluna geçiyoruz. Dönüş yolunda uyuya kalıyor Ece. Şapka takmaca oyununu ancak bu şekilde kazanabiliyoruz.
 
Hava durumuna bakmayı akıl etmiş biri olarak çok haklıyım söylenmekte. Hani yağmur yoktu. Hani Ankara'dan daha sıcak olacaktı burası. Hani Ece hiç giyilmemiş yaz kreasyonunu sergileyecekti burada. Oldu mu şimdi bacaksız penye tulumların altına külotlu çoraplar. Giymez ki Ece öyle uyumsuz kıyafetler. İkna ediyoruz Ece'yi artık. İdare ediveriyor biraz. Hiç giymeyeceğini düşündüğümüz kot pantolonunu neredeyse hiç çıkartmayarak giyiniyor Ece bu hafta. Demek ki bir dahaki sefere 4 mevsimlik hazırlanacakmış bavul. Zaten 10kg hakkı var Ece'nin. Onu da tam kullanır artık. Ya da annesi bir zahmet daha az ayakkabı koyar kendisi için  bavuluna.

Kaldığımız otelin etrafında tek bir süpermarket bulamıyoruz. Bir haftayı yoğurtsuz geçiriyor Ece. Otelde verilen açık yoğurdu yedirmeyi de içime sindiremiyorum. İyi ki kavanoz mamalarımızı yanımızda getirmişiz diyorum.

Dönüş yolculuğumuz da koşuşturmaca ile geçiyor. İç hatlar, dış hatlar, pasaport kontrolü derken yolculuktan hiçbir şey anlamıyoruz. Sonlara doğru Ece'de pek eğlenceli bulmuyor bu hareketliliği. Koltuk arası dar olan son uçağımızda Ece, kucağımızda ayağa kalkıp gerideki yolculara çığlıklarla gülümseyerek vakit geçirmeyi uygun görüyor. Bize çok sevimli gelen bu aktivite ile ilgili diğer yolcuların görüşünü alamıyorum. Koltuklar dar, arkaya bakamıyorum. İtiraf ediyorum, bakmaya da korkuyorum.

Şanslıyız ki ilk deneyimimiz oldukça heveslendirici şekilde başarılı geçiyor. Hasta olmuyor, zaten olmayan düzeni de bozulmuyor. Hatta daha uzun uyuyor oralarda. 

Her yıl yapılan; babasının görevli, annesinin de hevesli gittiği Dart Akdeniz Kupası'na gelecek yıllarda da gidebileceklerine dair ipucu veriyor Ece. 

1 comment: