20 December 2013

2013 Biterken


Haftanın birkaç gününü iş nedeni ile şehir dışında geçirmeye başladım. Mini alışverişkolik de bu vesile ile daha çok evde oturur oldu. Onun artık kendisine iyi bakan bir de Sevgi Teyzesi oldu. Şimdi farklı bir düzenimiz var. Oysa ben böyle yaşayacağımı hiç düşünmemiştim. Tekrar iş hayatına döneceğime, yine eskisi gibi seyahat ederek çalışacağıma hiç ihtimal vermiyordum. Ben ne kadar büyük laflar eden biriymişim ki hayat bana onları tek tek yedirmek için çaba harcıyor. Bu hayatın da hiç işi gücü yok canım, beni haksız çıkartmaya çalışıp duruyor. Bekle sen hayat, bir gün elbet benim de dediklerim çıkacak...Hep sen mi kazanacaksın..Ya da ben bekleye durayım, sen de kenardan kıs kıs gül bana..

Ece şu anda 27 aylık. Memeden süt tedarikinin kesilmesi tam 2 gün içinde sonuç buldu ve bebeğimin yerini bir çocuk aldı. Benim alışmam çok daha uzun sürdü. Hala dışarıda emziren bir anne görsem yarı kıskançlıkla bakıyorum. Ne mi değişti hayatımızda?

En büyük değişiklik, Ece'nin babası daha aktif bir rol aldı hayatımızda. Ece babasından taleplerde bulunuyor. Baba da "emmek istiyor galiba" diyemiyor artık. Ben şehir dışındayken Ece, babası ile kalıyor. Onu hiç anneanne veya babaannede bırakmadık geceleri. Evinde uyuması için çaba harcıyoruz. Sebebi yok bu davranışımızın. Sadece kendimi yerine koyduğumda bunu tercih ederdim diye düşündüğüm için bu şekilde yaşıyoruz. Zaten babası da Ece ile olmaktan çok memnun. 

Birkaç geliş gidişten sonra babasından: "Ece onu o şekilde yapmayı sevmiyor." "Biz o oyunu böyle oynuyoruz." gibi cümleler duyduğumda, benim hazır kuvvet göz yaşlarım yine inişe geçiyor. Ne büyük değişiklik oldu hayatımda. Artık kendimi yalnız hissetmiyorum hiç. Eh be Ece, neden daha önce büyümedin? 

Meme ile sakinleşen bebek, sohbet ile sakinleşen bir çocuğa dönüştü. Her şeyin nedenini soruyor, açıklamayı yeterli bulmazsa tekrar tekrar soruyor. Çok zor ona cevap vermek. Kendimizi bu konuda oldukça geliştirmeye başladık. Doğru yanıtı uygun dille anlatmak. Boş ver diyememek; neyse sonra anlarsın dememek çok zor. 

Ne mi kolay? Onun tercih ettiği oyunları oynamak çok kolay. Hayali pastalar yapmak, sıcakmış gibi fırına yanaşmamak, dumanı tütüyormuş gibi oyuncak fincanlara üfleyerek çay içmek çok kolay. Öte yandan da onun hayal dünyasına inanmak çok zor. Nasıl yarattığına, neler kurguladığına akıl erdirmek çok zor. Evin dört köşesinden topladığı eşyalarla kurduğu dünyasına girmek çok zor. 

Bazen hayat beni yorduğunda keşke Ece gibi yapabilsem diyorum. İki elimle gözlerimi kapatsam, kimsenin beni görmediğine inansam. Sonra gözlerimi açtığımda, karşımdakinin gülüşünü görsem. Ardından da en güzel kahkahamı atsam. Bazen bir şey sorulduğunda "hatırlamıyorum" diyebilsem ve gerçekten hatırlamasam. İstediğim saatte uyuyabilsem, saat kurmadan uyanabilsem. Şimdi Ece'yi izledikçe, aslında insanın mutlu yaşaması için ne kadar az şeye ihtiyacı olduğunu çok daha iyi anlıyorum. 

Sinirlerim bozulmuş, yorgunum, bavulumu yaparken göz yaşlarıma hakim olamıyorum. Ece'nin beni izlediğinden habersiz tadını çıkartıyorum ağlamamın. Bir anda gelen ses ile irkiliyorum: "Ne oldu anne sana? Neden ağlıyorsun? Üzüldün mü?" Ne denir şimdi. - "Yok birşey canım, iyiyim."  - "Üzülme sen olur mu anne? Üzülme ben varım yanında. (Elini göğsüne koyup) Ben burdayım..." Ardından bir içten sarılma ve sırtıma iki kez vuran minnacık bir el. Gel de durdur o gözyaşı selini. Ben bunların yaşlılığımda başıma geleceğini bekleye durayım, benim kızın geldiği duruma bak. Ya da yaşlandım da haberim mi yok ki...

Endişelerim hiç azalmıyor sadece şekil değiştiriyor ama umudum hep varlığını koruyor. Mutluluklarım kat kat artıyor. Ailemin huzuru her şeyden öne çıkıyor. Kendime daha iyi bakıyorum ki kızımla çok daha fazla vakit geçirme şansım olsun. Her seyahate, sadece geri dönmeyi dileyerek gidiyorum. Eh be Ece, ne yaptın sen bana böyle iki sene içinde...

Ece ile bir yılı daha bitirdik. 2014'ten ne mi bekliyorum? E geçen seneden biraz daha iyi olsa yeter...Yeter ki içinde hastalık olmasın, hüzün olmasın...Yine sağlığımız yerinde, ailelerimiz yanımızda, sevdiklerimiz yakınımızda, işlerimiz yolunda olsun...Ece her gün daha da mutlu olsun...E daha da ne olsun...

18 September 2013

Mini alışverişkolik 2 yaşında, 14 Eylül 2013

Öffff..gerçekten ne kadar da çabuk geçti....Laf olsun diye demiyorum...Bu yıl da çabuk geçti...Her anının tadını çıkarttığım bebeğim artık 2 yaşında bir çocuk oldu...


Bu yıl nerede doğum günü kutlayacağımız belliydi. Elbette yine Papazın Bağı. Hem geçen sene herkes mutlu ayrıldığı, hem de benim için hala birçok anıyı içinde barındırdığı, hem de bize iyi ev sahipliği yaptıkları için. 
İlk iş elbise seçimi oluyor bu sene. Ardından da balonların, masa örtülerinin, peçetelerin, şekerlerin bile onun renklerine göre seçimi. (Elbisemiz doğum gününe 4 gün kala elimize ulaştığı için bir süre daralmadım da değil hani..) Bu yıl eskiden çalıştığım işimden kaynaklı, beni epeyce üzen birkaç sorun nedeni ile doğum günü hazırlık süreci tahmin ettiğimden daha az keyif verdi bana. Çok daha zevkle yapabileceğim bu hazırlık, vergi dairelerinin ziyareti arasında biraz zorladı beni. Yine de bu günü sevdiğim insanlarla geçirmekten vazgeçmedim. İyi ki de öyle yapmışım. Aşağıdaki fotoğrafın benim için kıymeti çok büyük. 
Bu yıl pastamız çok sevgili dostum Şeyda Tuncer'den Ece'ye hediye..Enfes bir pasta yedirdi bize.. Emeğine ve ellerine sağlık...Masa örtülerimizi Ece'nin bakımında bana yardımcı olan Sevgi Hanım dikti. Her ne kadar yaptığım hazırlığa muhalefet ettiyse de yardımını hiç esirgemedi. Bu yıl menümüzde Papazın Bağı'nın meşhur gözlemelerine; çerkez tavuğu, kısır, börek, annemin nefis dolmaları ile sevgili Aylin'in ikramı lezzetli kurabiyeler eşlik etti.
Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi, anneler ve çocukları fotoğrafı çektiriyoruz. Çok kolay olmadığını söylemeliyim. İnanmazsanız deneyin...

Gelecek yıl Ece'ye ne getirecek merak içindeyim elbette. Onun hayatındaki her değişiklik bize anne ve baba olarak bir şeyler öğretiyor. Hem kendimizi hem de birbirimizi daha farklı yönlerimizle tanıyoruz. 
Sağlıklı geçen her günün gecesinde şükrederek, içimizdeki huzuru yüzümüze yansıtarak uyuyoruz. 
Aslında önce o uyuyor, biz de onu epeyce seyrediyoruz...

Bu günü bizlerle paylaşan çok sevgili dostlarımıza sonsuz teşekkür ediyoruz. 
Onlarsız pek çok şeyin kıymeti yok bizim için. İyi ki varsınız..İyi ki bugün bizimleydiniz..


Sevgili Ece, dilerim bugüne ait fotoğraflar ileride seni de mutlu eder...

Ha bu arada kendime not: Hani nerede Ece'nin dedesi, anneannesi , dayısı, yengesi, kuzeni ile fotoğrafı; nerede benimle ve babası ile gülen bir fotoğrafı diye hayıflanıp duruyorsun ya...Bir daha doğum günü yaparsan,renklerle uğraşacağına, mutlaka profesyonel bir fotoğrafçı getir!!! Yoksa yine 200 kare fotoğraftan ancak bu kadar çıkar...

15 April 2013

Mini alışverişkolik sütten kesildi


İşte o an geldi. Artık Ece ile tensel bağımıza mesafe koyma zamanı. Artık Ece ne yapıyor sorusuna: "Dolumda" ya da "Şarjda" diye cevap veremeyeceğim. Bunu derken de bebeğimin gözlerinin içine bakıp göz kırpamayacağım. 

Gözümün içine bakıp gamzesini çıkartarak bana yine gülerek, sıkı sıkı sarılacak mı bilemiyorum. Ellerinden biri ile sırtımı severken, diğeri ile göbek deliğimle oynayacak mı bilemiyorum. Emerken espirilerimin hepsine ağzının kenarı ile hafifçe gülerdi, yine bana gülecek mi bilmiyorum. Emerken sorduğum soruların hepsini cevaplayabilirdi; burnunu gösterebilir, kulağımı işaret edebilirdi. Şimdi bunları sorunca ne yapacak bilemiyorum. Hadi artık uyu dediğimde önce eli ile gözlerini sımsıkı kapatıp sonra aralayıp, küçük küçük gülerdi. Böyle sevimlilikler yapacak mı, onu da bilmiyorum. Saçlarını karıştırmama, burnunu sıkıştırmama, ayaklarını ısırmama, parmakları ile tek tek oynamama ses çıkartmazdı; şimdi ne diyecek bilmiyorum. Bir tek şey biliyorum; o da: "Ece üzüldüğünde, sıkıldığında, susadığında, acıktığında ve ağladığında, onu teselli edecek yeni yollar bulmak durumundayım."
Ayrılık kararı vereli tam 24 saat oldu. İki gece uykusuna ve bir öğlen uykusuna geçmeyi tek başına başardı. 24 saat içinde defalarca ağladı. Ve tabi ki ben de.. O şimdi uyudu ve ben hala ağlıyorum. En son ne zaman bu kadar duygu yoğunluğu yaşadığımı hatırlamıyorum. Doğumda bile bu şekilde değildi. Artık tekrarı yaşanmayacak bir dönemi kapattık Ece ile birlikte. Meğer Ece'den çok ben etkileniyormuşum bu tensel ilişkiden. 1 yaşına kadar emziririm yeter derken, Ece 1,5 oldu. 19.aydayız ve benim geldiğim duruma bak. 

Değil Ankara'nın, Kemer'in, Atina'nın, Kapadokya'nın bile Ece'yi emzirmediğim yeri kalmadı. Ben ki doğumdan önce koca koca laflarla ahkam kesen..Ben ki hayatta insan içinde emzirmem diyen...Ben ki : " Ne oluyor doğumdan sonra, mahremiyetin tanımı mı değişiyor diyen..Ben ki emzirme yerine epeyce bir süre "beslenme" diyen...Bak şimdi geldiğim duruma. Silmediğim onlarca fotoğrafım bile var emzirirken. (Çekerken Mete'ye de kızardım) Şimdi bu dönemin arkasından göz yaşı döküyorum. 

Mecbur muydun diyenlere cevabım: "Evet". Artık iş hayatına geri döndüm ve iki gün sonra ilk şehirler arası seyahate, Ece olmadan gitmek zorundayım. Emzirmenin sanat olduğuna inananlar için belirteyim (Bu isimde kitaplar var), sanatçı bu noktada eserine artık devam edemeyecek.  Mümkün olsaydı da memeler ile Ece'yi bırakıp, sonrasında kaldığımız yerden devam etseydik. Ya da, "O da benimle toplantıya gelse anlayışla karşılarlar mıydı?"  "Acaba Mete ile Ece gelip beni toplantının dışında mı bekleselerdi?" gibi zırvalıklarla dolu kafamı boşaltıp kendimi işe verebilmem için gerekliydi bu karar. Yoksa, herkese rağmen, iki yaşına kadar yolu vardı bu ilişkinin bence. Keşke Ece verseydi ayrılık kararını. Belki o zaman daha az üzülürdüm. Belki o zaman, bugün yaptığı gibi ayakta yere bakıp, kollarını sallayarak, hırslı hırslı ağladığını görmemiş olurdum. 
Evet sevgili kocam, sevgili ailem, sevgili yakın çevrem, sevgili Ankaralılar, Ankara'nın birçok güzide restoranları, kafeleri, dart barları ve  diğer seyahatlerde denk geldiğim sevgili tanımadığım bakışlar; artık gözlerinizi benden kaçırmayabilirsiniz. Bu demek değildir ki göz dikip de bakınız ama artık "memeler" yerini "göğüs"lere bıraktı. Haklarında toplum içinde daha fazla sohbet yapılamayacak. Kamulaşmış olan ben, özelleştirmeye doğru yola çıkıyorum. Artık mecburi tercih edilen bluzlar ve gömlekler yerlerini elbiselere bırakacak. Artık restoranlarda Ece'nin ayakları kucağımdan masaya fırlayıp, tabakları yerinden hoplatmayacak. 

Şimdi bana müsade, sancısız sütten kesme üzerine kaynaklar bulup okumaya gidiyorum. Herkese de bana gösterdiği anlayış için ayrıca da teşekkür ediyorum. Bu geçiş dönemimde de beni alttan alacağınızı umuyorum. Zira bir süre, bu anları hatırlayıp ağlayacak gibi görünüyorum. 

14 February 2013

14 Şubat 2013, Kuğulu Park, Açılış

Ne zavallı şu Ankaralılar. Sosyal etkinliği az olan bir şehirde yaşamak, üstelik bir çocuk büyütmek, gerçekten çok zor. 

Bugün 14 Şubat Perşembe. Hava nefis. İçimdeki enerjinin evde oturası yok. Ece dünden razı zaten gezmeye. 12:00 olmadan Tunalı Hilmi Caddesi üzerine park ediyorum. Park görevlisi ile yaşadığım tartışma bile yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyor. Ece'ye günün anlam ve önemini anlatırken uyuduğunu farkediyorum. Görürüm inşallah ben onu bundan 15-16 sene sonra (Daha erken? Bilmem), ne demekmiş bu konuları konuşurken uyumak. Heyecandan uyuyamayacağı sevgililer günleri yaşar inşallah. Severim ya ben böyle sebepli kutlamaları. O da sever diye umuyorum. 

O uyurken yemeğimi yiyorum. Flamingo Pastanesi'nde. Çok nostaljik benim için. Kışın burada gelip sadece bir salep içerek uzun uzun oturuşlarımızı tek tek hatırlıyorum. Tamam canım hepsini değil ama birçoğunu. İçini yeniledikten sonra dokunmadan eski hali ile bıraktıkları cam flamingo mozaiklerine dalıp gidiyorum. Karşımda elini tutarken heyecanlandığım erkek arkadaşımın yerinde, gözüne bakarken kalbimin gülümsediğini hissettiğim Ece var. Melekler gibi uyuyor. 

Babaanne ve dedesini arıyorum Ece'nin. Bu saatlerde buralarda yürüyüş yapıyor olmalılar. Geliriz diyorlar. Ardınan Ece'nin diğer dedesi arıyor: "Kuğulu Park'tayım, gelin." diyor. Harika. Herkes birarada...
Ece uyanıyor ve kendimizi parka atıyoruz. İnanılmaz bir kalabalık var. Kuğulu Park'ın yenilenmesinin ardından bir açılış yapılıyor bugün. Çankaya Belediyesi'nin organizasyonu var: Konserler, gösteriler ve inanılmaz bir kalabalık. İşte biz zavallı Ankaralılar bu sebeple toplanıyoruz. Kuğulu Park'ın ahşap korkulukları ve çimleri yenilendi diye bir aradayız. Tamam haksızlık olmasın; biraz da yeni ışıklar ve fıskiyeler var eklenen. 
Ece'ye yarıyor bu durum. Kendini oradan oraya atıyor. Dedesine ve babaannesine aldırdığı bulgurları avuç avuç kuşlara sunuyor. Ahşap korkulukların arasından kuğuları seyrediyor. Çocuklarla oynuyor, onlarla piknik yapıyor. Keyfine denecek yok. Diğer dedesi de deklanşörün ardında. Ee tabi ki bende öyle. 
Yaklaşık 4 saat parkta kalıyoruz. Parkın içindeki kafede dinleniyoruz. Tabi ki Ece dinlenmiyor. O bir dedesini alıp çocuk parkına gidiyor, bir de babaannesini. Hiç oturmuyor, oturtmuyor. Dönüş yolunda arabaya biner binmez de kapanıyor gözleri yorgunluktan.

Bundan değil 10-15 sene önce 3 sene önce bana bir 14 Şubat'ın böyle geçeceğini söyleseler, kahkahalarla gülerdim. Şimdi ise geride bıraktığım 14 Şubat'lara o şekilde gülüyorum.... Gördüğüm kalpli balonlara, acaba bana da gelir mi diye değil, Ece'ye alsam eğlenir mi diye baktım bugün... Ne giysem diye değil, Ece'ye ne giydirsem diye düşündüm bugün... Günümü kızımla, babamla, Mete'nin anne ve babası ile geçirmekten keyif aldım bugün...

Nice sevgi dolu sevgililer günlerine...
(Yazar bu satırları günün ortasında yazdığı için, o saatlerde çalışmakta ve bizi kıskanmakta olan kocasından bahsedememiştir..Akşamın neler getireceğinden henüz habersizdir kendisi..Kim bilir?..)

11 February 2013

Annenin Rehberi, Sinem Olcay Kademoğlu

Bu kitap benim için " Keşke Almasaydık" kategorisinde. İş kitap olunca elbette ki alıp okumadan önce içeriğinden ve faydasından emin olamıyorsunuz. 

Kitabın tanıtımı oldukça başarılı: İnsanın kafasını toplayıp dinleyebildiği tek yer olan alışveriş merkezlerinin tuvaletlerinde tanıtılıyor. Reklamlar birçok kapının arkasında asılı ve tam göz hizanızda. Serinin ilk kitabını da o şekilde görmüştüm. 

Merak edip aldım. Akşama başladım okumaya. Neredeyse yarısına geldiğimde birden: "Zaten boş vaktim çok az, neden bu şekilde harcıyorum ki" diye düşünmeye başladım. Bebek ve annelik ile ilgili okuduğum tüm kitaplar içinde hiç fayda alamadığım ilk kitap diyebilirim.

Kitap, yazarının sahibi olduğu bir kliniğin reklamını yapmak için yazılmış hissi veriyor. İleride bu klinik kapansa, kitabın hiç değeri kalmayacak. Neredeyse her paragrafın sonu, kliniğe başvurun ve destek alın cümlesi ile nihayetleniyor. 

Kitap kişiye sadece yaşadıklarını aktarmış. Yaşanan sıkıntılar  iyi dile getirilmiş ama anneye faydası olabilecek bir bilgi yok. Şu anda son ihtiyacım, yaşadıklarımı başkasından dinlemek. Sadece cevaplara ihtiyacım var benim. Benim gibi anneler zaten birbirleri ile sıkıntılarını paylaşıyor ve yalnız olmadığımızı hissedebiliyoruz. Kitaplar ve yayınların çözüme yönelik olmaları gerekiyor ki anlam kazansın. Sorunları tanımlamak işin bence sadece kolay yolu, belki de para kazanmanın da kolay yolu. Yani özetle, yaşadığım tam bir hayal kırıklığı. 

Ha, bu arada yine de kitabı sonuna kadar okudum...