28 December 2012

2012 Biterken

Ne çabuk mu geçti emin değilim ama güzel geçti 2012. İyi günler olduğu kadar kötü değilse bile bazen yorucu, bazen üzücü, bazen sıkıntılı günler de oldu. Şimdi yıl sonu geldi. Bir yılı değerlendirip, gelecek yıla hazırlanma zamanı:

Ocak ayında 6,2 kilo, 64cm olan Ece, Aralık başı itibari ile 8,9 kilo ve 77cm oldu.

Şubat ayında ilk kez yüzüstü yatan kızımız, artık fır fır döner oldu.
Şubat ayına kadar sadece anne sütü tüketen Ece, ilk defa muhallebi ile tanıştı.

Mart ayında ilk yoğurdunu tattı. Ek gıdalara pek de iştahlı olmadan adım atmaya başladı. Annesi ile yaptığı yemek savaşlarının sürekli galibi oldu.

Nisan ayında  kendi kendine "Ce Ee" oyunu oynamaya başladı. Battaniyesinin altından çıkarken takındığı muzip ifade unutulmaz oldu.

Mayıs ayında iki diş çıkarttı. El sallamayı öğrendi, yatağında ilk kez ayakta durarak annesini şaşkın etti. İlk kez yurt dışına seyahat yaptı. 

Haziran ayında emeklemeye başladı. Kendi kendine ayakta durmaya çalışarak hayatımıza yeni bir heyecan kattı.

Temmuz ayında 3. dişini çıkarttı. Ana kucağından araba koltuğuna terfi etti. Annesine, "Sürücü koltuğuna geçtiği günü de görsem keşke" diye dua ettirdi. Doğumundan 3 ay sonra başladığı parmak emme alışkanlığına kendi kararı ile veda etti.

Ağustos ayının başında, eşyalara paralel yürümeye başladığında, ilk yaz tatiline gitti ve ilk defa denize girdi. Ayın sonuna yaklaşırken ilk adımlarını atarak hayata karşı ilk dik duruşunu gösterdi. Annesine "Dilerim hayata karşı hep dik durur ve ben onu da görürüm" diye dua ettirdi.

Eylül ayında 1. yaş gününü kutladı. Diş sayısını 6'ya çıkarttı. Annesinin neredeyse gözü önünde yatak yan korumalara basmak sureti ile karyolasından düştü. Annesine: "Dilerim son olur" diye gözyaşları ve titremeler içinde dua ettirdi.

Ekim ayında ilk defa kendi başına merdiven çıkmaya başladı. Klozete adaptör üzerinde oturmaya başladı. Dişlerini fırçalamayı öğrendi. Kemer'e tatile gitti.

Kasım ayında koltuklara tırmanmayı, oradan da büfenin üzerine çıkmayı keşfederek ailesine tedbir üzerine tedbirler aldırdı. Ardından da salonun ortasına kurulan kaydıraktan defalarca kaymak sureti ile enerji boşaltımı çözümünü yakaladı.

Aralık ayında ayak numarası 20 olurken büyüdüğünü ispatlarcasına, artık korkulukları çıkartılmış olan yatağından uyanınca kendi kendine kalkarak salona gelmeye başladı.

Bütün bunların yanı sıra Ece, çok şükür, sağlıklı ve her şeyden önemlisi mutlu görünüyor. Artık tüm derdini tam kelimelerle olmasa da anlatabiliyor. Şakalar yapıyor, gülücükler saçıyor. Herkesle yapmayı sevdiği aktiviteleri var. Kimi dostumuzla piyano çalıyor, kimi ile dans ediyor, kimi ile dart oynuyor, kimi ile yazı masasında boyamalar yapıyor. Eline çantasını alıp kapı önünde el sallayarak annesine "dışarı çıkalım" diyebiliyor. 

Ece ile baş başa yemek yemeğe, alışverişe, parklara, yürüyüşe gidebiliyorum. Artık onunla uzun uzun sohbetler yapabiliyorum. Birbirimize gülebiliyor, birbirimize kızabiliyor, hatta küsebiliyoruz. Ama ne olursa olsun her gece birbirimize sarılarak uyuyabiliyoruz. Gece kaç defa uyandığımızı unutarak,  her sabah yeni bir güne hep mutlu ve enerji içinde uyanıyoruz.

Bu tarifi mümkün olmayan ilişkiyi çok daha iyiye ve ileriye götürebilmek, ona iyi bir gelecek sunabilmek için, en iyi şekilde hayata hazırlamaya çalışmak için anne ve baba olarak kimi zaman kaygı ile, kimi zaman ise umutla yaşıyoruz. Bu yıl öyle yaptık. Sağlıklı ve mutlu olmak için elimizden geleni yaptık. Gelecek yıl da aynı şekilde yapacağız. Ailemiz, dostlarımız, arkadaşlarımız ve dualarımız ile birlikte...

Ece tüm bu gelişimi gösterirken ben mi ne oldum? Babama yıllar önce sorduğum: Beni bu şekilde yetiştirmeyi nasıl başardınız? sorusunun cevabını hala bulamadım. İyi ve erdemli bir insan nasıl yetiştirilir hala bilemiyorum. Düşmeyen, başına hiçbir kötülük gelmeyen veya hastalanmayan bir insan nasıl yetiştirilir? Onu da hala bilmiyorum. Baş ucumda bebek ve çocuk eğitimi ile ilgili kitaplar birikmeye başladıkça işin içinden çıkamaz ve çok daha fazla dua eder oldum. Tanrının adını her gün daha fazla anar, çoklukla şükreder oldum. Tanrıdan sürekli Ece'yi korumasını diler oldum. Bana ve babasına da onu koruyacak ve yüzündeki sevimli gülümsemesini kaybetmemesi için gereken gücü vermesine bol bol dua eder oldum...Dilerim kabul olur.. 

Önümüzdeki yıl dilerim ki en az bu yıl kadar güzel olsun. Evimizden sağlık, huzur ve mutluluk eksik olmasın. Sevdiklerimizle birlikte olsun...

16 December 2012

Tiyatro Pembe Kurbağa

16 Aralık 2012, Pazar. Pembe Kurbağa Tiyatrosu'ndayız. Oyunun adı "Evden kaçan soba". Ne işin var ki henüz 15 aylık Ece ve 9 aylık Emek ile tiyatroda sorusunun cevabı basit. Annelerimiz de bizi götürürdü tiyatroya. İyi de bu kadarlıkken mi sorusunun cevabı ise: Hayır tabi ki. İyi de Ankara'da yaşamayı seçmiş insanlar olarak bizlerin de sosyal hayatımıza renk katmaya hakkımız olmalı. İşte bu seferki renk Seçil'den geldi. Hafta içinde gelen telefondaki heyecanlı ses beni araba kullanırken yakaladı ve kurbağa, soba falan derken birşeylere evet dediğimi hatırlıyorum.

Soğukça bir pazar günü yapılacak daha iyi ne olabilir ki? Üstelik babalar da kışlık lastik değişimi alternatifini sunmuşken. Grup ikiye ayrılır: Kadınlar ve çocuklar tiyatroya. Babalara da özgürlük. 

Büklüm sokaktayız. Ellerinde şapkalardan yüzleri görünmeyen, atkılara sarmalanmış çocuklarını kucaklarında taşıyan bir takım ebeveynler, 8 no'lu apartmanın kapısından içeri giriyorlar. Neden babalar da yanımızda değil ki diyorum Seçil'e. ( Muhtemelen elimdeki çanta kalabalığının ağırlığı bana Ece'nin babasının eksikliğini hissettiriyor.) Dur bir bakalım duruma, bir sonraki  oyuna birlikte geliriz diye beni geçiştiriyor. 

Asansörden yoksun binanın içinde iki kat çıkıyoruz. (Çantamı arabada bıraktığım için iki kere kucağımda Ece ile inip çıkıyorum basamakları. Akılsız baş ile ayağın konu olduğu, sebep sonuç ilişkisi işte.) Güler yüzlü iki bayan bizleri ve bebeklerimizi karşılıyor. Galoş giyerek içeriye geçiyoruz. Ece benden önce içeride zaten. Emek ve Seçil ise üç basamaklı oturma alanının en üstüne kaçmış. Ben, Ece ile oturmanın mümkün olmayacağına emin şekilde salonun ortasında yere konulmuş minderlerde buluyorum kendimi. Tanıdığımız bir çift arkadaşımız da kızlarını alarak gelmişler. Onların önüne yerleşiyorum. Birkaç dakika sonra Ece'nin yere kapaklanışı ile sıçrıyorum. Olacağı görüyor ama yetişemiyorum. Koca salonda tek düşen çocuk Ece oluyor. 
Oyun başlıyor ve bütün çocuklar yerlerini alıyorlar. Aynı büyükler gibi davranıyorlar. Sesleri çıkmıyor, ortada koşturmuyorlar. Ece bile. Yere bağdaş kurup oturuyorum. Ece de kucağımda kendine pozisyon buluyor. 

Sahnede Ali Nihat Yavşan var. 1984 yılından beri çocuk tiyatrosuna emek vermiş bir tiyatrocu. Aynı zamanda yazar ve yönetmen. Üstelik Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu ÜyesiNereden mi tanıyorum. Hayır tanımıyorum. Eve gelince araştırdım, etkilendim, anlatıyorum işte. (www.pembekurbaga.com.tr) Daha önce hiç bebek tiyatrosu diye bir şey duymamıştım ki. E zaten bebeğim de yoktu ya. Şimdi bana bu fikir şahane ve çok takdir edilesi geliyor.

Neşeli sesi ile başlıyor evden kaçan soba ile bir kardan adamın hikayesini anlatmaya. Soba konusu sıkıntılı tabi. Ali Nihat Bey ona açıklık getirmek zorunda kalıyor. Ben soba görmeyeli epeyce oluyor, bu ufaklıklar ne yapsın. 

Elimde makine ile birkaç kare yakalamaya çalışıyorum. Anneler babalar da benim gibi. Birçok çocuk için belli ki bir ilk bu. Ece'nin yüzünü göremiyorum. Sabitlendi kaldı. Hiç sesi çıkmıyor. Emek de aynı şekilde annesinin kucağında oturuyor. 
 
 
 
Oyun bitimine yakın birden, oyunun parçası olarak elinde tabakla bir bayan çikolatalı bisküviler dağıtmaya başlıyor. İşte o ana kadar her şey iyi diye düşünüyorum. Ece çikolata ile tanışmadı ki. Israra dayanamıyor benimkisi. Etrafında herkes yerken durdurulabilir mi Ece. Mümkün değil. Elleri, ağzı, yüzü ve kıyafetleri çikolata içinde kalmışken elinden düşürüveriyor bisküvisini. Ben de bu ilişkinin kısa sürmesinden memnun kalıyorum. Bence ikram etmek için biraz yanlış bir seçim yapılmış. 
Sahneden veda ederken Ali Nihat Bey, bizimkisi kendini bir bayanın kucağına atıveriyor. Herkes anne tabi ki içeride. O anne de Ece'ye final sahnesinde sandalyelik görevi yapıyor. Umurunda değil benimkisinin kiminle oturduğu. Sosyallik tavan yapmış durumda. 
Herkes dağılırken de sarışın bir erkek çocuğunun elinden tutmuş ısrarla onunla yan yana oturmaya çalışıyor. Sonunda annesinin yanında getirdiği bisküvilere tav olup bırakıyor çocuğun elini. Ne varsa Emek'te var diyerek de gününü yine bildiğinde bitiriyor. 
Saatlerimize baktığımızda şaşkın oluyoruz. Bu pazar gününü geçirmek için pek de verimli bir aktivite olmamış. Sadece yarım saat sürüyor oyun. Biraz bozulmuyor değiliz hani. Beylere iki saat sonra buluşuruz demişiz. Daha fazla dayanabilir miydi çocuklar bilemiyoruz ama bize bu durum biraz az geliyor. Yani biraz daha fazla katılımlı bir ortam olsaydı, sanki 1 saat dururdu bizimkiler burada diye düşünerek çocuklar için 15'er TL, kendimiz için de 12'şer TL ödediğimiz bu kısa aktiviteyi babalara anlatmak üzere terk ediyoruz binayı. 

Biraz karışışık duygular içinde değerlendiriyoruz günümüzü. Bebeklerimizin büyüdüğünü farkediyoruz. Hem seviniyor, hem de biraz burkuluyoruz. Hergün bir öncekinden çok daha farklı geçmeye başladı. Ece beni daha iyi anlıyor. Uzun uzun karşılıklı konuşabiliyoruz artık. Tamam konuşmak denmeyebilir çıkarttığımız seslere ama anlaşıyoruz. Büyüyorlar işte...Hem güzel hem hüzünlü..Hem sevinçli hem korkutucu..Zamanın bu kadar kontrolüm dışında ilerleyerek, bana yenilikler yaşatmasına hala alışamadım galiba. Çocuk sahibi olmak bu galiba. 

Ece ve annesi, Seçil teyzeye, bize yaşattığı bu ilk için çok çok teşekkür ediyor. İyi ki varsın teyteee..

01 December 2012

Mini alışverişkolik ve kuzeni

30 Kasım 2012 tarihinde 09:45'te Ece'nin kuzeni Çağla Bora hayatımıza katıldı. Doğum odasından çıkarkenki bakışlarını asla unutamayacağımız, dünyalar güzeli bir kız bebek o.
Ece'nin doğumu ile ilgili hatırladıklarımın arasında en önemli sahnelerde hep abim yer aldı. O beni hiç yalnız bırakmadı. Hamileliği de, doğumu da ve şu anda Ece'yi de onunla yaşamak çok güzel. Ece'nin "Dayii" demesindeki içtenlik ve sevimlilik benim de kendisine olan sevgimi yansıtıyor kesinlikle. Olça yani gelinimiz, yani Ece'nin yengesi, aslında sevgili dostum da ailemizin çok çabuk ayrılmaz bir parçası oldu. Ece'nin ona bakışındaki sıcaklık da bence bizim ona olan hislerimizin sonucu diye düşünüyorum. 
Olça ve Tolga Bora çifti, aramıza Çağla bebeği de dahil ederek ailemizi daha da genişleştti, daha da kuvvetlendirdi, yüzümüze tarifsiz birer gülümseme yerleştirdi. İyi ki varsınız. 
Anlatılmaz bir his. Hala oldum ben. Bir hala ne işe yarar, nasıl davranır, görevleri var mıdır bilmediğim için, bu tanımın içini en güzel şekilde, kendimce, doldurmayı umuyorum.
Ece ve Çağla dilerim hayatta her zaman birbirlerine sahip çıkar, birbirlerini severler. Birbirlerine sıkı sıkı tutunur, tüm güçlüklere birlikte göğüs gererler. Dilerim, gerektiğinde hayattaki zorluklara karşı kas katı tavırlar sergiler, gerektiğinde de zarif birer hanımefendi olarak hürmet görürler. Dilerim, hayat onları sınadıkça her seferinde başarılı olurlar. Dilerim üzüntüleri, başkalarının "aman üzüldüğün bu olsun, neler var hayatta" diyeceği kadar olur. Dilerim sağlıklı, huzurlu ve mutlu olurlar. Tanrıdan bizler için, onlara bütün iyilikleri yaşatacak aile içi eğitimi, gelenekleri ve öğretimi verebilme gücü diliyorum. 
Hoşgeldin Çağla Bora. Mini alışverişkoliğin güzel kuzeni. Ece senin büyümeni ve bizimle alışverişe çıkmanı heyecanla bekliyor. Rahat ol. Sen bize katılana kadar Ece, çok daha tecrübeli olacak ve sana herşeyi aktaracak. 
01 Aralık 2012