16 December 2012

Tiyatro Pembe Kurbağa

16 Aralık 2012, Pazar. Pembe Kurbağa Tiyatrosu'ndayız. Oyunun adı "Evden kaçan soba". Ne işin var ki henüz 15 aylık Ece ve 9 aylık Emek ile tiyatroda sorusunun cevabı basit. Annelerimiz de bizi götürürdü tiyatroya. İyi de bu kadarlıkken mi sorusunun cevabı ise: Hayır tabi ki. İyi de Ankara'da yaşamayı seçmiş insanlar olarak bizlerin de sosyal hayatımıza renk katmaya hakkımız olmalı. İşte bu seferki renk Seçil'den geldi. Hafta içinde gelen telefondaki heyecanlı ses beni araba kullanırken yakaladı ve kurbağa, soba falan derken birşeylere evet dediğimi hatırlıyorum.

Soğukça bir pazar günü yapılacak daha iyi ne olabilir ki? Üstelik babalar da kışlık lastik değişimi alternatifini sunmuşken. Grup ikiye ayrılır: Kadınlar ve çocuklar tiyatroya. Babalara da özgürlük. 

Büklüm sokaktayız. Ellerinde şapkalardan yüzleri görünmeyen, atkılara sarmalanmış çocuklarını kucaklarında taşıyan bir takım ebeveynler, 8 no'lu apartmanın kapısından içeri giriyorlar. Neden babalar da yanımızda değil ki diyorum Seçil'e. ( Muhtemelen elimdeki çanta kalabalığının ağırlığı bana Ece'nin babasının eksikliğini hissettiriyor.) Dur bir bakalım duruma, bir sonraki  oyuna birlikte geliriz diye beni geçiştiriyor. 

Asansörden yoksun binanın içinde iki kat çıkıyoruz. (Çantamı arabada bıraktığım için iki kere kucağımda Ece ile inip çıkıyorum basamakları. Akılsız baş ile ayağın konu olduğu, sebep sonuç ilişkisi işte.) Güler yüzlü iki bayan bizleri ve bebeklerimizi karşılıyor. Galoş giyerek içeriye geçiyoruz. Ece benden önce içeride zaten. Emek ve Seçil ise üç basamaklı oturma alanının en üstüne kaçmış. Ben, Ece ile oturmanın mümkün olmayacağına emin şekilde salonun ortasında yere konulmuş minderlerde buluyorum kendimi. Tanıdığımız bir çift arkadaşımız da kızlarını alarak gelmişler. Onların önüne yerleşiyorum. Birkaç dakika sonra Ece'nin yere kapaklanışı ile sıçrıyorum. Olacağı görüyor ama yetişemiyorum. Koca salonda tek düşen çocuk Ece oluyor. 
Oyun başlıyor ve bütün çocuklar yerlerini alıyorlar. Aynı büyükler gibi davranıyorlar. Sesleri çıkmıyor, ortada koşturmuyorlar. Ece bile. Yere bağdaş kurup oturuyorum. Ece de kucağımda kendine pozisyon buluyor. 

Sahnede Ali Nihat Yavşan var. 1984 yılından beri çocuk tiyatrosuna emek vermiş bir tiyatrocu. Aynı zamanda yazar ve yönetmen. Üstelik Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Merkezi Yönetim Kurulu ÜyesiNereden mi tanıyorum. Hayır tanımıyorum. Eve gelince araştırdım, etkilendim, anlatıyorum işte. (www.pembekurbaga.com.tr) Daha önce hiç bebek tiyatrosu diye bir şey duymamıştım ki. E zaten bebeğim de yoktu ya. Şimdi bana bu fikir şahane ve çok takdir edilesi geliyor.

Neşeli sesi ile başlıyor evden kaçan soba ile bir kardan adamın hikayesini anlatmaya. Soba konusu sıkıntılı tabi. Ali Nihat Bey ona açıklık getirmek zorunda kalıyor. Ben soba görmeyeli epeyce oluyor, bu ufaklıklar ne yapsın. 

Elimde makine ile birkaç kare yakalamaya çalışıyorum. Anneler babalar da benim gibi. Birçok çocuk için belli ki bir ilk bu. Ece'nin yüzünü göremiyorum. Sabitlendi kaldı. Hiç sesi çıkmıyor. Emek de aynı şekilde annesinin kucağında oturuyor. 
 
 
 
Oyun bitimine yakın birden, oyunun parçası olarak elinde tabakla bir bayan çikolatalı bisküviler dağıtmaya başlıyor. İşte o ana kadar her şey iyi diye düşünüyorum. Ece çikolata ile tanışmadı ki. Israra dayanamıyor benimkisi. Etrafında herkes yerken durdurulabilir mi Ece. Mümkün değil. Elleri, ağzı, yüzü ve kıyafetleri çikolata içinde kalmışken elinden düşürüveriyor bisküvisini. Ben de bu ilişkinin kısa sürmesinden memnun kalıyorum. Bence ikram etmek için biraz yanlış bir seçim yapılmış. 
Sahneden veda ederken Ali Nihat Bey, bizimkisi kendini bir bayanın kucağına atıveriyor. Herkes anne tabi ki içeride. O anne de Ece'ye final sahnesinde sandalyelik görevi yapıyor. Umurunda değil benimkisinin kiminle oturduğu. Sosyallik tavan yapmış durumda. 
Herkes dağılırken de sarışın bir erkek çocuğunun elinden tutmuş ısrarla onunla yan yana oturmaya çalışıyor. Sonunda annesinin yanında getirdiği bisküvilere tav olup bırakıyor çocuğun elini. Ne varsa Emek'te var diyerek de gününü yine bildiğinde bitiriyor. 
Saatlerimize baktığımızda şaşkın oluyoruz. Bu pazar gününü geçirmek için pek de verimli bir aktivite olmamış. Sadece yarım saat sürüyor oyun. Biraz bozulmuyor değiliz hani. Beylere iki saat sonra buluşuruz demişiz. Daha fazla dayanabilir miydi çocuklar bilemiyoruz ama bize bu durum biraz az geliyor. Yani biraz daha fazla katılımlı bir ortam olsaydı, sanki 1 saat dururdu bizimkiler burada diye düşünerek çocuklar için 15'er TL, kendimiz için de 12'şer TL ödediğimiz bu kısa aktiviteyi babalara anlatmak üzere terk ediyoruz binayı. 

Biraz karışışık duygular içinde değerlendiriyoruz günümüzü. Bebeklerimizin büyüdüğünü farkediyoruz. Hem seviniyor, hem de biraz burkuluyoruz. Hergün bir öncekinden çok daha farklı geçmeye başladı. Ece beni daha iyi anlıyor. Uzun uzun karşılıklı konuşabiliyoruz artık. Tamam konuşmak denmeyebilir çıkarttığımız seslere ama anlaşıyoruz. Büyüyorlar işte...Hem güzel hem hüzünlü..Hem sevinçli hem korkutucu..Zamanın bu kadar kontrolüm dışında ilerleyerek, bana yenilikler yaşatmasına hala alışamadım galiba. Çocuk sahibi olmak bu galiba. 

Ece ve annesi, Seçil teyzeye, bize yaşattığı bu ilk için çok çok teşekkür ediyor. İyi ki varsın teyteee..

No comments:

Post a Comment