Güzel bir Haziran günü ve evde kalmaya hiç niyetim yok. Artık alışveriş merkezlerini de ezberlediğimize göre biraz keşif zamanı diyerek Ece'nin babaannesini arıyoruz ve kendimizi Dikmen'de bulunan Portakal Çiçeği Vadisi'ne atıyoruz. Nereden girildiğini bile bilmiyorum. Nasıl bir Ankaralı olmaksa bu. Göz kararı bir yere yanaşıyorum ve arabamızı park ediyorum o korkunç merdivenlerin başına. Ece babaannesini kucağına terfi ediyor, ben de arabasını katlayıp elime alıyorum. Arabayı bacaklarıma vura vura iniyorum. Azim işte. Sormam ya ben kimseye ne nerededir, nasıl gidilir diye. Al işte sana moraran bacaklar. Yanaş oradaki taksi durağına ve sor di'mi. Hayır. İnatçıyım. İniyoruz merdivenlerden aşağı nefes nefese.
Park çok bakımlı ve bebek arabası ile gezmek için oldukça uygun. Öğlen sıcağını ve benim açlığımı göz önüne alarak ilk gördüğümüz kafeye oturuyoruz. Gözleme sezonu açılmamış (!) olduğu için mecburen içinde mukavvadan hallice köftesi olan bir hamburger söylüyoruz. Ece'nin işi kolay, onun yemekleri hep aynı lezzette.
Bir süre sonra dedesini de arıyoruz Ece'nin ve davet ediyoruz. O da dahil olunca bize, parkta kısa bir tur atıyoruz. Oturarak çok vakit geçirmiş olduğumuz için gezmeye halimiz kalmamış oluyor. Nasıl oluyorsa oturmaktan yorulmak, öyle oluyor:)
Dönüşte Ece bu sefer dedesinin kucağında, annesi yine merdivenlerden yukarı elinde bebek arabasını çıkartıyor. Bir daha da gelmeyiz herhalde diye geçiriyorum içimden. Aslında böyle güzel planlanmış bir parkta tekerlekli sandalye kullananlar ile bebek arabası kullananlar giremez diye bir levha olmadığına göre, bence bende bir terslik var diye düşünmüyor da değilim hani.
3-4 gün sonra Ece'nin babaannesi, arkadaşları ile arıyor bizi yine aynı parktan: "Valla oturduğumuz yere kadar arabalar yanaşıyor hadi çıkın gelin" diyor. Haklı. Gelin arabası ya da biraz imtiyazlı bir araba olmadığımız için o kadar yanaşmamıza izin vermeseler de merdivensiz bir kapı bulabiliyorum kendime. Bence bu yaz, birkaç kez daha geliriz Ece ile buraya.
No comments:
Post a Comment